Tıugay Bilgen'in "Ötekinin sözüne takılmak" başlıklı köşe yazısı
“İnsanların sözleri kafama takılıyor. Benim yetersiz olduğumu hissettiriyorlar. Hep ben suçluyum. Bana kıymetsiz hissettiriyorlar. Ben başarısız bir öğretmenmişim. Ben kötü birisiymişim.” Bu cümleleri, büyük ihtimalle yakın zaman içinde duydunuz. Belki kendinizi bunlara benzer cümleler kurarken buldunuz. Gerçek şu ki bu tarz konuşmalar oldukça yaygın maalesef. Yakın çevremizde bile, bir başkasının kendisi hakkında sarf ettiği sözü, fikri, yargıyı kendi gerçekliğine dönüştürmüş insanlar görmekteyiz. Halbuki bir sözün tesiri, o sözün kabulü ile başlar. Onlar bana yetersizsin der, bunu kabul edersem yetersiz hissederim. Onlar bana değersizmişim gibi davranır. Ben bunu kabul edersem değersiz hissederim.
Hislerimden önceki bu kabul basamağı olmasaydı, söylenen her söz, canı isteyen her insan benim moralimi bir iki kelime ile bozabilirdi. Ama görünen o ki tesir altında kaldığımız sözler kıymet verdiğimiz kimselerden gelmekte. Tesir etme sebebi ise, kıymet verilen kimsenin fikri kabul edilmeye daha müsaittir. Ama biz kerameti hep sözü söyleyende zannettik. Peki bizim huzurumuzu kaçıran bu sözlere karşı zaafımız nereden geliyor? Neden bir sözü işitince, ‘aman banane’ diyemiyoruz? Kim olduğumuza, nasıl bir insan olduğumuza dair bu yorumlar neden bir anda üzerimize yapışıveriyor? Bu konuyu danışanlarımla sıkça konuşuruz. Ben ise genellikle gardırop metaforu ile anlatırım. Bu hayata kim olduğumuza dair fikirlerimizi, dışarı çıkarken giydiğimiz kıyafetler olarak düşünün. Gündelik hayatımızda hepimiz, zamanında beğenerek aldığımız kendi gardırobumuzdaki kıyafetler ile dışarıya çıkarız. Kıyafetler bize ait olduğu için de rahatlıkla içimize siner. Kendimize ait kıyafetlerimiz olduğu müddetçe de başkalarının verdiği kıyafetlere ihtiyacımız olmayacaktır. ‘İlla bunu giy’ deseler bile teşekkür edip, kolaylıkla reddedebiliriz. Peki ya gardırobumuzda bize ait kıyafet olmazsa? Gelelim üzücü gerçeklere… Kendi gardırobu boş olan, diğerlerinin verdiği kıyafetlerle gezer. Bu bir seçim değil, bu bir mecburiyettir. Peki, mecbur olan hayır diyebilir mi? Aksine, mecbur olan uyumludur. Mecbur olan, ona denileni yapar. Kendi yapmak istedikleri ise zihninde bir süre hayal olarak bekler. Bekledikçe solar. Kişi, solgun hayallerini artık istemez bile. Mecbur olanın nihayeti vazgeçmiş kişi olmaktır. Mecbur olan için hayat artık gri ne eski tatlar ne de eski kokular kaldı. Hadi birde mecbur kaldıkları kısmı düşünelim. Sizce insanlar sevdiği kıyafetleri vermeye mi meyillidir? Yoksa, kullanmadıkları, istemedikleri, kendilerine yakışmayan, kusurlu kıyafetleri vermeye mi? Ödünç alacağın kıyafetlerin nasıl olacağını, kendin olarak bu dünyaya verdiklerine bakarak tahmin et bakalım. Kendini mecbur olanlar gibi görüyor ve içinde biraz olsun huzursuzluk olduysa hala bir şansın var demektir. Çünkü, değişim için gerekli olan güç, mevcut durumunun yarattığı huzursuzluktur.