Necip Fazıl, genç cumhuriyetin ilk yıllarından 1943'e kadar Atatürk devrimlerine sahip çıkan bir CHP'liydi. Öyle ki 1940'da CHP'den milletvekilliğine aday olmuş başvurusu reddedilmişti. 1943 yılında yayımladığı Büyük Doğu dergisi süratle siyasal İslam çizgisine kaydı ve defalarca kapatıldı tekrar açıldı. 1946 yılına gelindiğinde ise artık şair tamamen bir CHP ve cumhuriyet düşmanı haline geldi.

 

1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte kendi ifadesiyle Başbakan Adnan Menderes'in “kölesi olmayı” kabul eden Necip Fazıl, sırtını DP hükümetine dayamayı deneyecekti. Büyük Doğu Dergisi'ni adeta DP'nin bir yayın organı haline getirmek için Adnan Menderes'ten birçok defa para istedi. Para için Adnan Menderes'e “yalvaran” mektuplar yazdı. Nitekim Yassıada duruşmalarında, 1950-1960 arasında Necip Fazıl'a örtülü ödenekten 147 bin lira ödendiği belgelendi. Necip Fazıl da bunu açıkça itiraf etti: “Evet, ben örtülü ödenekten para aldım”

 

Bir kesimin tarihçi diye bahsettiği fesli ruh hastası bile şairin kumar oynaması ve alkol kullanması hakkında: “Son üç senesini bilmiyorum. Bildiğim zamanlarda, İslam’ı hayatla yaşamakla hiçbir alakası yok. Aksine, İslam’ın men ettiği her şeyi yapan bir adam; kumarı, içkisi aklınıza ne geliyorsa… Ahlaken Müslüman değildir” diye ifade ediyordu. Necip Fazıl’a verilen bir matbaadan da bahsediyor: “Necip Fazıl Bey birkaç ay sonra o matbaayı satıp kumarda yemiştir. Babasından kalan evi bile kumarda yediğini hiç gizlemiyor, itiraf ediyor” diye belirtiyor.

 

Teke Tek programına katılan Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı, Necip Fazıl için “Sanatına ve şairliğine büyük saygı duyduğunu fakat özel yaşamında at yarışına meraklı, kumar bağımlısı ve kadın düşkünü” olduğundan bahsediyorlar. Murat Bardakçı 1970'lerdeki büyük kumar partilerinde Necip Fazıl'ın yer aldığı masalarından birinde kendisinin de yer aldığını söylüyor.

 

Necip Fazıl, 1975'te aklınca, Atatürk'ün gençliğe hitabesine alternatif olarak bir yazı kaleme aldı.

 

Bu hitabede… Türkiye Cumhuriyeti'nin son 50 senesini, yani 1920'den sonrasını “İşgal ordularının bile yapamayacağı cinayet, öldürücü küfür, çürük, süründürücü, taklitçi” diye tarif ediyordu.

 

Türkçe'yi “son moda kurbağa dili”ne benzetiyordu.

 

İş dünyasını tehdit ediyor, “Allah buyruğunu kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! Bunun ihtarını edecek bir gençlik” diyordu.

 

Laik eğitim sistemine “komik üniversite, hokkabaz profesör, yalancı ders kitabı” diyordu. Gençleri yetiştiren kurumlara “zehirli tesir” diyordu.

 

Gazetelere “fuhuş albümü” diyordu. Cumhuriyet'e bağlı aileleri “temeli yıkık” diye niteliyordu.

 

“Annenizi babanızı ninenizi dedenizi bile beğenmeyin, gerçek Müslüman olsaydınız bunlar başımıza gelmezdi diye hesap sorun, gerçek Müslümanlığı gösterin” diye akıl veriyordu.

 

"Bu gençliğin ilk filizlerini görüyorum, şekillenmesi için 30 yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla, kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındım” diyordu.

 

“Genç adam! Senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymandır. Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes, ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es” diyordu.

 

Türkçe olarak özetlersek… Necip Fazıl'ın gençliğe hitabesinde bahsettiği gençlik kindar, demokrasiye inanmayan, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”i reddeden, devlet yönetiminde şeriat isteyen, Cumhuriyet'i dinsizlik, devrimcileri ayyaş, devrimleri kahpe rüzgar olarak nitelendiren, Türkçe'yi aşağılayan, kendi çizgisine gelmeyen iş dünyasını açıkça tehdit eden, laik eğitimi zehirli gören, yandaş olmayan medyaya fuhuşçu damgası yapıştıran, neticede, bu davanın taşını gediğine koyana kadar mücadele edecek bir gençlikti.

 

Şimdilerde iktidar partisi üyelerinin sık sık kullandığı “kindar nesil” betimlemesi de bundan gelir.