Tugay Bilgen'in "Boşuna tahammülsüzlük" başlıklı köşe yazısı
Hayatı yaşama hızları insanlar arasında farklılık gösterebiliyor. Buna hepimiz şahit olmuşuzdur. Kimisi oldukça yavaş, bir bukalemun hızında işlerini hallederken kimisi aynı anda birden fazla işi yürütüyor. Eli ağır ve eli hızlı gibi tabirleri de bu gibi durumlar için kullanırız zaten. Belli bir spektrum içerisinde olduğu sürece ağırdan yapmak ya da hızlı yapmak bir sorun olarak görülmez iken bu sınırın dışına çıkan kimselere de nadiren rastlamaktayız. Bugün bu iki uçta olan gruplardan aşırı hızlı olanlar ile ilgili biraz gözlem yapıp kökenleri hakkında fikir yürüteceğiz. Hazırsanız başlayayım.
Biraz önce de bahsettiğim gibi kimilerimiz var ki her şeyi hemen olsun ister. Onları sanki içlerinde ayrı bir enerji kaynağı varmış gibi görürüz. Çok hızlı çok pratik olmak üzerine gelmişler sanki bu dünyaya. Bu açıdan bakarken kulağa güzel bir özellik gibi gelebilir. Ama madalyonun birde diğer yüzü var. Bu kişilerin hızlı olmayı tercih ettiklerini zannedebilirsiniz. Aslında onlar yavaş olmayanlardır. Bu hızlı yaşam onları yorsa bile bu davranış pateninden vazgeçemezler. Kendilerinden şikayet ederler ama nafile. Hatta bu kimseleri çevrelerindeki yavaş kimselere de tahammül edemezken görürüz. Yakın zamanda görüştüğüm bir danışanım eczane kuyruğunda beklerken öndeki yaşlı kadının 2 dakika daha uzun durup soru sormasına tahammül edemediğinden bahsetmişti. Sanki sorun dünyanın yavaş hareket etmesiymiş gibi geliyordu ona. Bu durumdaki öfkesini birlikte incelediğimizde ise onda bu durumun "boşuna" olarak anlamdırıldığını fark ettik. Ona göre hiçbir şey boşuna olmamalıydı. Tek bir dakika bile boşuna geçmemeliydi. Ayrıca bu hızlı hayatın uzun zamandır devam ettiğini de fark ettik. Neredeyse son 10 yıldır. Gerçekten yorucu bir süreç. Peki sorun hızlı olmak mıydı? Yoksa diğerlerinin yavaş olması mı sizce? Aslında ikisi de değil. Dünya yavaş değil normal seyirdeydi.
Danışanımın hızlı olması ise sorunu değil, kendi içerisinde bulduğu çözümü idi. Asıl sorun hiçbir şeyin boşuna olmasına tahammülün kalmaması idi.
Bu tahammül neden azaldı diye konunun üzerine beraber gitmeye devam ettik. Bulduğumuz cevap ise zaten geçmişte yeterince boşuna geçmiş bir zaman dilimi olduğunu düşünmesiydi. İşte gerçek sorunumuz sonunda karşımızdaydı. Boşuna geçmiş bir zamanı kimse sevmez buna bir lafım yok. Hepimizin hayatında muhakkak boşuna diyebileceğimiz anlarımız oldu. Ama bunun bir limiti var. Eğer boşuna zamanlar haddinden fazla olursa artık daha fazlasına tahammülümüz kalmaz. Ve içimizde sanki hayatı kaçırıyoruz, herkes yaşıyor biz ise çok geride kaldık gibi bir his uyanır. İşte bu anda zihinde tek bir çözüm oluşur. Kalk ve depara başla. Kimsenin seni durdurmasına müsaade etme. Bir günü en az iki günmüş gibi yaşa… Ta ki, yetiştiğini hissedene kadar.
Sevgili okur, sorunu gerçekten saptadığımızda görürüz ki çözüm hep uzanabileceğimiz kadar yakınmış. Kendi sorunlarımızı ise bazen saptayamayabiliriz. Bu konuda kendinize yüklenmeyin. Birlikte yol alabileceğinize inandığınız bir profesyonele danışın.
Esenlikle kalın.