Uğur Büyük'ün "ABD’nin gizli tarihi" başlıklı köşe yazısı
Son zamanlar da izlediğim en güzel belgesel serisi The Untold History of The United States (ABD'nin Gizli Tarihi) adlı belgeseldir. Türkiye'de NTV'de yayınlanmıştır. Toplam 10 bölümden oluşmakta ve II.Dünya Savaşı yıllarından başlayıp Obama'ya kadar geçen dönemi ABD'nin gözünden anlatmaktadır. Amerikan Başkanlarını ve politikalarını oldukça eleştiren bir gözle çekilmiştir. Oscarlı Yönetmen Oliver Stone'a ait bir belgesel serisidir. Şiddetle izlemenizi tavsiye ederim. Eminim benim gibi sizin de bilmediğiniz o kadar çok şey bulacaksınız ki hayret edeceksiniz. Aşağıdaki sözleri de Oliver Stone serinin son bölümünde final sözleri olarak sarf etmiştir.
"Belgesel dizimizin sonuna gelirken, Amerikalılar olarak bütün tevazuumuzla kendimize şunları sormalıyız: Dönüp, Amerika'nın son yüz yılına baktığımızda dünyanın kalanıyla ilişkilerimizde akılcı ve insancıl bir yol mu izledik? Neden dünyadaki en zengin birkaç yüz bin kişi, kalan 3 milyar kişiden daha fazla varlıklı olmuştu? Dünyaya polislik yapma hakkımız var mıydı? İyiliğe, anlayışa ve barışa hizmet eden bir güç mü olmuştuk? Aynaya bakıp kendini beğenmişliğimizle kendi umutsuzluğumuzun melekleri mi olduk diye sormalıyız.
İkinci Dünya Savaşı’ndaki zafer iddiamız ve Sovyetlere karşı hazırlansa da Japonya'ya karşı atılan atom bombasını haklı gösterme çabalarımız hakimiyet ve ulusal güvenlik teyakkuzumuzun temel efsaneleri oldu. Bu da en çok ülkenin seçkinlerine yaradı. Bomba, kazanmak için her yolun mubah olduğunu gösterdi. Kazandığımız için haklı olduğumuza inandık. Haklı olduğumuz için de iyiydik. Bu şartlar altında bizimkinden başka ahlak olamazdı. Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright şöyle diyordu: "Güç kullanmak zorundaysak bunun sebebi bizim Amerika olmamız. Biz vazgeçilmez ülkeyiz."
İnsanlığı atom bombasıyla tehdit ettiğimiz ve edebileceğimiz için hatalarımız affediliyor ve yaptığımız onca zulüm, iyi niyetli yanlışlar olarak görmezden geliniyor. Ama hiçbir hakimiyet ebedi değildir. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce doğanlar ömürleri boyunca 5 büyük imparatorluğun çöküşüne tanık oldu. İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Sovyetler Birliği'nin... Yirminci yüzyılın başlarında üç imparatorluk daha çökmüştü: Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı. Ve eğer tarih tekerrürden ibaretse, Amerikan hakimiyeti de sona erecek demektir. Sömürgeci bir imparatorluk olmaya direnmekle akıllılık etmiştik. Ve birçok Amerikalı her tür imparatorluk özentisini reddetmişti. Belki de bu yüzden Amerika'nın ayrıcalıklı olduğu inancına takılıp kalıyoruz. Belki de bu yüzden eşsiz, iyiliksever ve cömertiz diyoruz. Yine de bu gerçek üstü inançlar, Amerika'nın kurtuluşu olabilir.
Amerika bu umudu hayata geçirme fırsatını defalarca elinden kaçırmıştı. 1944'te Wallace az daha başkan olduğunda, 1953'te Stalin öldüğü sırada Amerika'ya yeni bir başkan seçildiğinde, 1963'deki Kennedy-Kruşçev ve 1989'da Bush-Gorbaçov yakınlaşmaları sırasında veya 2008'de Obama'nın seçildiğinde. Tarih, ufacık bir sapmanın bambaşka sonuçlar doğurabileceğinin örnekleriyle dolu. Benzer anlar başka suretlerde yine karşımıza çıkacak. Peki hazır olacak mıyız? Franklin Roosevelt'in hayatının son günlerinde Churchill'e çektiği telgraf aklıma geliyor: "Şimdi olsa Sovyet sorununu olabildiğince asgariye çekerdim. Çünkü şu veya bu kisveyle, bu tür sorunlar her gün ortaya çıkıyor ve birçoğu kendiliğinden çözülüyor."
Karşımıza çıkan ciddi olayları yatıştırmak, bazı şeylere aşırı tepki vermeden oluruna bırakmak ve dünyayı hasımlarımızın gözlerinden görmek zorundayız. Başka ülkelerin ihtiyaçlarını paylaşmak için gerçek bir anlayış ve şefkat sergilemeliyiz. Önümüzdeki günleri ancak dünyanın hayatta kalma iradesine güvenerek, nükleer yok oluş ve küresel ısınma tehditlerini ortadan kaldırabilirsek atlatabiliriz. Ayrıcalık inancımızla küstahlığımızdan vazgeçemez miyiz? Hakimiyet söylemlerini rafa kaldıramaz mıyız? Amerika'yı diğer ülkelerden daha çok kutsasın diye tanrıya yakarmayı bırakamaz mıyız? Muhafazakar ve Milliyetçiler itiraz edebilir ama onların yönteminin yanlışlığı ispatlandı. 1970'lerde genç bir kadın bana "Bu gezegeni kadınlaştırmalıyız" demişti. O zamanlar bana bu söz tuhaf gelmişti. Ama şimdi anlıyorum ki sevgide güç saklıdır. Gerçek güç gerçek sevgidedir. Artık orman kanunlarına değil medeniyet kanunlarına yeniden uymanın bir yolunu bulalım. Bizi asıl önemli şeyleri korumak için en başta bir araya getiren de medeniyet kanunları değil miydi?
Donald Trump, milyonlarca Amerikalının kendisine ikinci bir şans tanımasıyla dört yıl önce ayrıldığı Beyaz Saray'a geri dönecek. Trump, seçim kampanyasıyla da tarihe geçti: Cumhuriyetçi aday iki suikast girişiminden kurtuldu ve asıl rakibi Başkan Joe Biden seçime aylar kala yarıştan çekildi. İki partiye de geçebilecek kritik eyaletlerdeki Amerikalıların çoğu Trump'a oy verdi, birçoğu başlıca endişelerinin ekonomi ve göç olduğunu söyledi. Hatalarımızdan ders almıyoruz.
Heredot, M.Ö. 5. yüzyılda "Tarih, insanların, geçtikleri yolları hatırlayarak yozlaşmalarını önleme umuduyla kaleme alınmıştır" diye yazmıştı. İşte bu yüzden insanlık tarihi sadece kan ve ölümün değil aynı zamanda şeref, başarı, şefkat, saygı ve medeniyetin de tarihidir. İlerlemenin yolu belli. O da geçmişi hatırlamak. Hatırlamayı başarırsak bebek adımlarıyla ilerlemeye başlayıp yıldızlara ulaşabiliriz.