İnsanoğlu yüzyıllardır aydınlanmanın peşinden koştu. Herkes farklı yorumladı bu konuyu ama en itibar göreni Kant'ın aydınlanmasıydı. Kant'a göre Aydınlanma; insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.
Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır. Kant, Aydınlanmayı kendi aklını kullanmak olarak değerlendirmiş. Yani bu durumda günümüz toplumu aydınlanmadan çok uzak olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü.
Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar. Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar.
Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen, pek az kişi vardır. Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden birkaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı: kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir 'baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar. Oysa aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğü. Ne var ki her yandan "düşünmeyin!", "aklınızı kullanmayın!" diye bağırıldığını işitiyorum. Subay, "Düşünme, eğitimini yap!", maliyeci "düşünme, vergini öde!", din adamı "düşünme, inan!" diyorlar. Her yerde özgürlüğün sınırlanışı var.
Bunlar Kant'ın görüşleri katılırsınız katılmazsınız ama bu adam bunları 17. yüzyılda söylediğini dikkate alırsak inanılmaz tespitler var. Kant genel olarak aydınlanmayı özgürlüğe özgür düşünceye bağlamış. Çoğu yerde haklı da itiraz edilemeyecek birçok şey söylemiş ben sadece konuya başka bir yerden yaklaşacağım. Aydınlanmayı başaramadık. Çağlar boyunca ne kadar uğraştıysak da denesek de olmadı. Bunu yapmak için, belli gerçekliklerin kabul edilmesi gerekiyor. Birincisi ve en önemlisi, acı kaçınılmaz. Savaşmadan, direnmeden, özgürlüklerimizin ve isteklerimizin peşinden koşmadıkça hiçbir şeyin elde edilemeyeceği yaşanmışlıklarımızla ispatlanmıştır. İkincisi, tutkunun acıyı tetiklediğinin bilinmesi gerekiyor. İnsanoğlu, sonunda ruhunu tatmin etmeyecek şeylerle kendini rahatlamaya çalışır. Geçici çözümler, anlık öneriler, günü kurtarma çabaları her zaman boşa çıkmıştır. Toplumun geleceği için atılması gereken adımlar, yasalar, kanunlar, çözüm önerileri, projeler üretilememiş geliştirilememiştir. Çünkü her toplum önce kendini çıkarını düşünür.
Üçüncü ve son gerçekse, iç huzurun gerçek olduğudur. Ama insanoğlunun acısı arzularına karşı koymayı öğrenmedikçe dinmeyecektir. Daha fazla altın, daha fazla petrol, daha fazla güç! Bunun sonu yok. Bunlar için daha ne kadar masumun ölmesi gerekiyor? Doğanın daha ne kadar yok edilmesi gerekiyor? Her gün daha fazla ve daha fazla dünyamızı öldürüyoruz.