Tugay Bilgen'in "Makulleştirme" başlıklı köşe yazısı
İstemediği şeyleri yapmayı kim ister ki. Mecbur kalmayı, kendine zarar verdiğini bile bile aynı şeyleri tekrarlamayı kim ister. Hayatını bu şekilde yaşarken mutsuzluğunun sorumluluğunu almak kolay mı? İnsan bir kez olsun bu gerçekle yüzleşse, kendine karşı hisleri güzel kalır mı? Kendini kabul edebilmek eskisi kadar kolay olur mu? Kendini kabul edememiş birisi, hayatın tadını alır mı? Eski neşesi, eski kahkahaları kalır mı? Işığı bir kez söndükten sonra çevresine faydası olur mu? Kendisinden fayda göremeyen çevresi onu eskisi gibi ağırlar mı?
İçimizi karartan bu düşünce silsilesine baktığımızda her ne kadar kulağa hoş gelmese de tüm bu düşünceleri içten içe doğru bulmuyor muyuz? Peki insanoğlu kendisini bekleyen bu felaketler karşısında aciz mi? Aile dinamikleri içerisinde istemediği bir rol kendisine düştüğünde (kardeşlere annelik, kardeşlere babalık, ailenin sorun çözen kişisi, ailenin neşelisi gibi…) elinden gelebilecek bir şey yok mu?
Meslek hayatımdaki deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, başlangıçta masum görünen bu roller ilk zamanlarda rol sahiplerini iyi ve işe yarar hissettirirken uzun vadede başlarının belası oluyor. Bu roller onları zor durumlara soksa dahi rolden kopmakta güçlük yaşıyorlar. Kimisi bunu kaderi olarak kabul ediyor. Kimisi bu durumun çözümü olmadığına ikna olmuş ve uyum sağlamaya çabalıyor. Nihayetinde, yapmak istemedikleri belki de mecbur hissettikleri bir yaşamın farkındalığı ile yüzleşiyorlar. Yazının ilk kısmında değindiğim bu farkındalıkla yüzleşmek ise hiç kolay değil. Neden kolay olmadığını ve bu yüzden neden o kişileri eleştirmemiz gerektiğini ilk paragraftaki düşünce silsilesini tekrar okuyarak daha iyi anlayabiliriz. Madem bu gerçekle yüzleşmek zor o zaman insan zihni hızlı bir çözüm yolu buluyor. (Çözüm yolu dediğime bakmayın aslında durumu kendi hayatlarımıza perçinlemek ve bizi an içinde biraz olsun rahatlatmak dışında bir şey çözülmüyor.)
İşte bu çözüm yollarının genel başlığına bizler "makulleştirme" diyoruz. Peki bu yöntemi kullanırken neler yapıyoruz? Gerekçelerimizin isimlerini değiştiriyoruz mesela. Sevgi, aile bağları, yardım etmek, iyilik gibi… Ya da felaket senaryoları üretmeye başlıyoruz. Örneğin: Ben böyle yapmazsam... olur. Kısacası kendi içimizde, güzel ve makul bahanelerle süslenmiş, "Yaptım ama niye yaptım bir sor" konuşması başlıyor. Çoğumuz başarılı da oluyor ve kabul edilmiş hayatımızı yaşamaya devam ediyoruz.
Değerli okur, çokta yabancı gelmeyen bu hikayeyi okuduktan sonra şunu bilmeni isterim ki, bir yolu var. Bulamadığın yol yüzünden, yolu yok deyip küsme. İmkansız deyip kendini mahkum etme. Bir bilene danış ve ömrünü kendi zindanında geçirme.
Esenlikle kalın…