Kurtuluş savaşının önde gelen komutanlarından Kazım Karabekir paşanın meşhur bir savaş hatırası vardır. “Cephenin en sıcak zamanında gerek cephede savaşan, gerek savaşana yardım eden ve gerekse cepheye malzeme taşıyan kadınlarımız vardı. Bir tanesi gözüme ilişti. Kağnıya yüklediği cephaneyi yağmur altında, çamurlar içinde cepheye götürmeye çalışıyordu. Fakirlikten gerek kendinde gerekse sırtındaki bebeğinde renk kalmamıştı. Acıdım ve etraftakilere dedim ki, şu kadının yükünü birisi alsın da o istirahat etsin… Fakat bunu duyan kadıncağız gelip yalvarırcasına “bu bebeğin babası şu gâvurlarla savaşırken öldü. Bırakın bizde ya o düşmanı öldürelim ya da babası gibi ölelim. Ölelim de o gâvurun insafına esir olmayalım. “ diyerek içimizi burkmuştu.
Böyle örnekler pek fazladır. Bu ülke, bu gün çok sayıda ismi yok sayılan kahramanın büyük fedakârlık ve kahramanlıkları ile var edilmiştir. Bunların pek çok resmi ve videosu da vardır. Ayrıca hafızalarda nadir kalan Kara Fatma, Şerife Bacı gibi tek-tük isimlerde vardır.
Bu resimlerde görebildiğimiz kadınlarımız hep örtülü, çarşaflı annelerimizdi. Yani bunlar esir olup zincire vurulmamak için ve atasına layık insanlar olduklarını ispatlayarak dünyalarını feda etmişlerdi.
Geçtiğimiz günler Balıkesir Edremit de efelerin oyunları arasında çarşaflı bir kadının güya çarşafından kurtarılıp çağdaşlaştırıldığı oynatılmış.
Hâlbuki o efelere cephede her türlü yardımı taşıyanlar o çarşaflı kadınlardı. Ve o efeler vatanımız ve pek çok vaz geçilmez değerimiz yanı sıra o çarşaflı kadının örtüsü için savaşmıştı. Hatta bilmeyen sanır ki, bu öfkenin nedeni, bu kıyafet bize zulmeden Yunanın, İngiliz’in, Fransız’ın kıyafeti de bundan kurtulmuşuz.
Maalesef bizde bunlar var. Geçen yıllar bir kadın konsolosumuz verdiği bir resepsiyona Troyalı Helen kıyafetiyle katılmış, yardımcısına da Romalı asker kıyafeti giydirmişti. Resepsiyona katılanlar yanlış yere mi geldik diye birbirine bakışmıştı… Maalesef…
Ama bu güruh İstanbullun işgalinde de kendini göstermişti. İşgalden sonra Üsküdar sahiline toplanan halk ağlaşırken, Nişantaşı sosyetesi işgali alkışlıyor, eğlence tertip edip işgalci subaylarla dans ediyor ve iyi ki geldiniz, siz bizi İslam’dan kurtarıp Hristiyan yapacak ve medeniyete ulaştıracaksınız diye alkışlıyordu.
Aslında hepimizin bildiği üzere Atatürk’ün annesi, kız kardeşi ve eşi örtülü hatta çarşaf giyen insanlardı. Ve Atatürk’ün örtü, çarşaf aleyhinde bir tek sözü yoktur. Bir sürü de çarşaflı insanlarımızla çektirdiği resmi vardır. Yani çarşaf düşmanlığını Atatürkçülük sayma gayreti Atatürk’e bir iftiradır. Kaldı ki medeniyet ve ilerlemek bilimledir, çalışmayladır. Birlik olmayladır. Kendi öz geçmişini ve değerlerini inkârla bir millet, bir devlet ancak yok olur.
Yine geçen günler, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu etkinlikleri düzenleniyor. Yunan halk oyunu sirtaki oynanıyor. Hem de Yunan bayrağı renginde giysileriyle…
Peki, Amaç nedir? Bu işin asıl kurgulayanı kimlerdir?
Elbette bu ülkeyi yakın zamanda darmadağınık edilen komşu ülkeler gibi perişan etmek isteyen emperyalist güç. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk vb. birçok olgunlaştırdığı fitneyle amacına ulaşamayınca yeni oyunu başlattı. İslamcı-Atatürkçü çatışması.
Bu gün itibarıyla bakıldığında, ülkemizin hiçbir yerinde böyle bir zıtlaşma yoktur. Ama bu çalışmaların, bir fitne ateşini daha yakması işten bile değildir. Dünyada büyük değişiklerin yaşandığı günümüzde, milletimizin vatan sevgisi temelinde birleşip, hiçbir farklılığın da birliğimize zarar vermeyecek anlayışta olması zaruridir. Gerçek vatanseverimiz, vatanına yaptığı katkı ile anlaşılmalıdır.