Yine mi Avrupa?

Remzi Akbaş'ın "Yine mi Avrupa?" başlıklı köşe yazısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Şubat tarihli kabine toplantısının ardından "Yeniden Avrupa" mesajı verirken şöyle konuştu:

"Avrupa ile ilişkilerimizin eski ritminde olmasını önemsiyoruz. Avrupa Birliği'ni içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. Avrupa'ya can suyu verecek olan Türkiye'dir, Türkiye'nin tam üyeliğidir. Biz hep olduğu gibi yapıcı anlayışla, üyelik sürecimizi ilerletme arzusundayız."

Şimdi diyebilirsiniz ki bu da nereden çıktı? Her ortamda Türkiye aleyhine söylemlerde bulunan, turistik seyahatlere bile vize engeli çıkaran Avrupa'yı neden kurtarmak istiyoruz?

Acaba maksat Avrupa'yı mı, yoksa AKP'yi mi kurtarmak?

Bunu şu nedenle soruyorum:

AK Parti siyasi ve ekonomik olarak ne zaman sıkışsa kurtarıcı olarak Avrupa Birliği konusunu ortaya atıyor.

Daha geçtiğimiz Eylül ayında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın oluşturduğu "BİRİCS" üyeliğine resmi başvurunun ardından böyle bir açıklama yapılmasının arkasında siyasi ve ekonomik sıkıntılar olduğunu görmek lazım. Çünkü ülkemize doğrudan yatırımın gelmesinin yolu "Avrupa" hikayesini yeniden canlandırmaktır. Aksi halde bu gidiş hiç iyi görünmüyor.

Hatırlarsanız;

Tarih: 29 Ekim 2004

Yer: Roma

Avrupa Birliği’nin ilk anayasasının imza töreni.

O günün haberini hafızalarınızda tazeleyelim:

Avrupa Birliği’nin (AB) ilk anayasası, 25 üye ülkenin liderlerinin katıldığı bir törenle İtalya’nın başkenti Roma’da imzalanmış, Türkiye’yi temsilen Roma’ya giden dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, nihai senede imza atmıştı.

İmza işlemi, Papa X. Innocenzo’nun heykeli altına yerleştirilen bir masada gerçekleştirildi. AB üyesi 25 ülkenin devlet veya hükümet başkanları ile dışişleri bakanlarının "AVRUPA ANAYASASI" anlaşmasını sırayla imzalamalarının ardından, Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’dan oluşan üç aday ülke sadece nihai senedi imzaladı. (Bulgaristan ve Romanya 2007'de üye oldu)

İmza töreni Ankara ve İstanbul'da havai fişeklerle coşkuyla kutlandı. Bu coşkuyla birlikte Türkiye’ye "Sıcak para" dediğimiz düşük faizli tahvil alımları hız kazandı. Kasamız dövizle dolmaya başladı. Borsa rekorlar kırdı. Bazı gazetelerde "1 TL 1 dolar olur mu?" haberleri yapılır oldu. Ve sonraki yıllarda bize dayatılan Avrupa Anayasası’nın 72 kriterden oluşan "ev ödevimiz" konusunda ilerleme raporları yayımlandı. İlgili maddelerde düzenlemeler yapılarak AB müktesebatına uyumlu hale getirildi. Ancak son 6 kriter başlık konusunda tıkanma oldu. Sonra ne olduysa Avrupa Birliği ile uyum sorunu yaşanmaya başladı. Karşılıklı sert açıklamalar yapıldı.

Buraya virgül koyup devam edeyim:

Bilmem takip edenler var mı? Varsa da unutmuş olmalısınız.

Avrupa Birliği'nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu; Batı Balkanlar, Ukrayna ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülke için genişleme raporlarını 30 Ekim 2024'de açıkladı.

Raporlar, AB’nin dış politika ve güvenlikten sorumlu yüksek temsilcisi Josep Borrell ve genişlemeden sorumlu komiser Oliver Varhelyi'nin Brüksel’de düzenledikleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu.

AB, Türkiye için hazırladığı 95 sayfalık raporda, üyelik müzakerelerinin 2018’den bu yana ilerlemediğini ve AB’nin "DEMOKRATİK STANDARTLAR, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI" ile temel haklar konusunda geriye gidişle ilgili kaygılarının giderilmediğini kayda geçirdi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin parlamentonun yasama ve denetleme fonksiyonlarını zayıflattığının aktarıldığı raporda, denge ve denetleme unsurlarının olmadığı belirtildi.

Rapora göre "KAMU İDARESİ" oldukça siyasallaştı, özellikle hükümetin muhalefet belediyeleri üzerindeki baskısı yerel demokrasiyi zayıflatmaya devam etti.

Uzatmayayım, rapor bu şartlarda Türkiye'nin AB'ye giremeyeceğini açıklıyor.

Ayrıca AB'nde kişi başına düşen milli gelir 42 bin dolar seviyesinde iken, Türkiye'de 15 bin dolar küsur.

Bütün bu rasyonel veriler ortada dururken "AB KULÜBÜ" bizim açımızdan bir aldatmacadan öteye gidemez.