Tebük seferine gidiliyor, bin 700 km Temmuz ayında sıcak bir yolculuk... “Bizans, 40 bin kişilik bir orduyla Müslümanların üzerine geliyor” diye bir haber gelince, Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), tam böyle bahçelerin, meyvelerinin devşirildiği hasat zamanı emir veriyor ki, “Toplansın herkes, hazırlansın, savaşa gidilecek, cihada gidilecek.”
7 kişi var ki onlar da fakir olduklarından dolayı savaşa gidecek teçhizatları olmadıkları için hazırlanamıyorlar ve efendimiz (s.a.v)’e gelip yalvarıyor, “Ya Resulallah bizi silahlandır, bize binek ver savaşa gidelim” diye.
Tevbe süresindeki 92.Ayeti Kerime bunu anlatıyor;
“Onlar sana geldiler, senden ısrarla savaşa hazırlık için onları teçhiz etmeni istediler. Fakat sende onlara imkanının olmadığını söyledin, onlar bir şey bulamadığın için ağlayarak gittiler” diyor.
Savaşa katılamadıkları, cihada gidemedikleri için… Fakirler ve teçhizat yok o zamanın zor zamanları ve geri kaldılar.
“Ulbe Bin Zeyd radıyallahu anh” gece sabaha kadar uyuyamıyor… Bu 7 kişiden birisi! Yalvarıyor; “Allah'ım” diyor “Sen cihadı emrettin vallahi ben de cihat etmek istiyorum. Sen koşturmamı emrettin bende koşturmak istiyorum yolunda. Sen şehitleri meth ettin vallahi senin yolunda şehit olmak istiyorum. Ama Resulüne müracaat ettim, fakirliğim sebebiyle elimde mal varlığı olmaması sebebiyle geri kalmak zorundayım. Allah'ım bir başka bir malım yok ki vereyim, vereyim de sen bana lütufta bulunasın, duamı kabul edesin. Bir canım var onu da yoluna vermek istiyorum, ama eğer senin indinde bir hayır, beni savaşa götürecek bir amelim olsun diye benim niyazda bulunmamı istiyorsan Allah'ım, vallahi hiçbir şeyim yok sen de biliyorsun. Ama kim ki benim kalbimi kırmışsa onurumu zedelemiş, beni incitmişse ben onların hepsine hakkımı helal ediyorum” diyor ya Ayeti Kerime’de.
Kur'an’ın ifadesiyle; tertemiz pırıl pırıl, içinde gaflet yok, içinde kin yok, içinde nefret yok içinde haset yok, içinde dünyevileşme yok, bütün varlığıyla Allah'a teveccüh etmiş, seni istiyorum ya rabbi.
Tevbe süresi 72.ayette geçen ifadeyle;
“Allah'ın rızası daha da üstündür” diyor, cenneti anlatıyor bu ayette. “Ben” diyor “helal ettim hakkımı, eğer bu benim duygu varlığım ise.”
Bakın şimdi; diyoruz ya, kendisine vermiş olduğumuz şeyden o müminler tasadduk ederler.
Aklımıza direk gelen şey? Mal varlığıdır değil mi?
Aslında değil o, ilmi olan ilim verecek, tebessümü olan tebessümü olacak, sözü güzel olan sözle sadakada bulunacak, yolda yürüdüğü yolu temizleyecek, aç bir hayvanı doyuracak, çiçeği böceği ezmeyecek, kimseyi incitmeyecek, yolda yürürken bile yol incinmesin diye yürüyecek.
-Allah'ım böyle güzel mümin olmayı bize nasip eyle.
Rabbimiz İsra süresi 37.ayette ise;
Allah'ın vermiş olduğu izafi, geçici mal, makam sebebiyle, yeryüzünde sakın böbürlenerek yürüme. Ne yeri yarabilirsin ne de boyunca dağlara ulaşabilirsin.
Dönüyorum tekrar konuya… Bu güzel insan Ulbe Bin Zeyd radıyallahu anh; “Allah'ım diyor yani benim ahirette alacağım var, incindiğim insanlar var, ama ondan da senin rızan için vazgeçtim. Eğer bu sadaka, bu kalbi amelin senin indinde makbulse ne olursun beni cihada gönder, bir kapı aç bana.”
Sabah namazına geliyor,
Efendimiz aleyhissalatu vesselam buyuruyor ki, “Dün gece sabaha kadar vermiş olduğu sadakası için ağlayan kimse nerede” diyor, “İçinizden biriniz sabaha kadar ağladınız, bir sadaka verdiniz o sadakasını veren kimse kalksın ayağa.”
“Ulbe Bin Zeyd” ister istemez ayağa kalkıyor, “benim” diyor “ya resulallah” boynu bükük şekilde.
Buyuruyor ki efendimiz (aleyhisselatu vesselam);
“Allah senin sadakanı hayrını kabul etti” diyor ve “Seni sadakası makbul olanların zümresine yazdı” diyor.
Hz. Osman Abdurrahman Bin af gibi büyüklerimiz, bu lütfa mazhar olan bu sahabi efendimize devede buluyorlar silah da buluyorlar ve savaşa gidiyor…