Kadına şiddet, bireysel bir sorun olmaktan çıkıp toplumsal bir yara haline gelmiştir. Şiddeti mazur görmek ya da anlamaya çalışmak mümkün değildir. Ancak, şiddetin sürmesinde mağdur olan kadının sessiz kalmasının ve bu durumu kabullenmesinin rol oynadığı da bir gerçektir. Bazı kadınlar, çocuklarının zarar görmemesi adına durumu sineye çekmekte ve farkında olmadan bu döngüyü gelecek nesillere aktarmaktadır. Bu tutum, yalnızca bireysel bir çözüm gibi görünse de nesiller boyu devam eden bir şiddet anlayışının temelini atmaktadır.
Toplumda mutsuzluğu bir yaşam biçimi olarak benimseyen ve bu durumdan ilgi görmeye çalışan bazı kadınlar, şiddeti hayatın bir parçası gibi kabul edebiliyor. Bu tavır, şiddetin sıradanlaşmasına ve döngünün devam etmesine katkı sağlıyor. Bu durumun değişmesi için bireylerin ve toplumun ortak bir bilinçle hareket etmesi gerekmektedir.
Şiddetin kültürel ya da sosyal bir kesimle sınırlandırılması yanlış bir yaklaşımdır. Kadınlar her kesimde ve coğrafyada şiddete maruz kalabiliyor. Bu nedenle, meseleyi belirli bir grubun sorunu olarak görmek yerine toplumsal bir mesele olarak ele almak gerekir. Ekonomik, sosyal ya da duygusal nedenlerle sessiz kalmayı tercih eden kadınlar, bu sessizlikleriyle şiddeti uygulayan kişinin cesaret bulmasına neden olabiliyor. Bu durum, çocuklara da aynı anlayışın aktarılmasına ve şiddetin nesiller boyunca normalleşmesine yol açıyor.
Bazı kadınlar mutsuzluğu bir yaşam biçimi haline getirerek, acılarını paylaşarak ilgi görmeye çalışabiliyor. Bu, şiddetin ve mutsuzluğun normalleşmesine neden olabiliyor. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları ve toplumsal baskılarla mücadele etmeleri, bu döngüyü kırmak için hayati önem taşır. Bu bağlamda, şiddet gören kadınların güçlü destek mekanizmalarına, eğitim ve farkındalık çalışmalarına erişimlerinin sağlanması gerekmektedir.
Kadına şiddet, bireysel bir sorun olmaktan öte, toplumsal bir meseledir. Bu nedenle çözüm de toplumsal bir dönüşümle mümkün olabilir. Kadınların yaşadığı şiddete karşı durabilmesi için sadece bireysel cesaret değil, aynı zamanda sistematik destek ve farkındalık çalışmalarına ihtiyaç vardır. Ancak bu şekilde, nesiller boyu süregelen bu sorun sona erebilir ve toplum daha sağlıklı bir yapıya kavuşabilir.