Tugay Bilgen'in "İzah edemezsen ikna olursun" başlıklı köşe yazısı
Zihin boşlukları sevmez. Geçmişten günümüze insanoğlunun belki de en az telaffuz ettiği (gerçek manada) kelimedir “bilmiyorum.” Bu kelimeydi kullansak dahi gerçekten kaç kere bilmediğimizi kabul edebildik? Eski çağlar ile ilgili güzel bir hikaye vardır. Hikaye şöyle, “Antik Aztec uygarlığı döneminde Halley kuyruklu yıldızı 76 yılda bir gökyüzünde görünmeye devam etmektedir. Kuyruklu yıldız gördüklerinde demişler ki bu sene bereket yılı, bir sonraki gelişinde demişler ki büyük savaşlar çıkacak, bir sonraki geldiğinde ikiz doğumlar olacak…” Hikaye böyle devam ediyor. Ama o dönemde bir kişi de çıkıp demiyor ki “Aga bu nedir? Ben bunu bilmiyorum.” Başka bir örnek olarak da yıldırımları düşünün. Zamanında tanrıların öfkesiydi, şimdi ise statik elektrik toprağa iniyor. Geçmiştekilerin nasıl tanımladıklarını bir kenara bırakalım ama bir şeyleri bilmeseler bile tanımlamadan duramadıklarını fark ettiniz mi?
Evet başta söylediğim gibi zihin boşlukları sevmez. Çünkü boşluk belirsiz, belirsizlik ise kaygı uyandırır. Zihnimizin böyle durumlar için çözüme ihtiyacı vardı ve ikna olmayı keşfettik. Buna kimileri ‘kabul’ der, kimileri ‘inanç’. Özünde kanıtlara ihtiyaç duymayan bir gerçeklik yaratmaktı amaç. Bulduğumuz bu çözüm kısa vadede zihnimizi rahatlattı tabii. Ama insan için bir zayıf nokta oluşturdu. İnsanlar artık izah edemedikleri bir durumla karşılaştıklarında, araştırmak yerine ikna olmaya meyilli hale geldiler. Bununla ilgili yakın zamanlı bir anımdan bahsedeyim. Arkadaş ortamımızda sohbet ederken konu bir şekilde cinler, büyüler, paranormal olaylar konusuna geldi. Bir arkadaşımız hikayesini anlatmaya başladı. “Gece vakti köy yerinde kahveden evime doğru yol alırken tarlaların arasında zifiri karanlıkta yürüyordum. Evime ulaşmam için 700 metre bu yoldan gitmem gerekiyordu. Derken birden radyo sesi duymaya başladım. Fena korkmuştum, bana kesin musallat oldular dedim. Ardından bir koşarsın hocam. Eve nasıl vardığımı bilmiyorum. Evde radyo seslerini duymuyordum ama bu seferde uykum kaçtı. Gece bitmek bilmiyordu. Derken gece 3 civarı bizim komşulardan biri aradı. ‘Benim tarladaki bıldırcın radyosunu bir türlü kapatamadım ona bir yardım etsene’ dedi…” Bakın bu hikayede çok güzel detaylar var. Gelin inceleyelim.
Öncelikle tarladaki sesleri izah edemedik ve ikna olduk. Ardından konu geçse bile korkumuz devam etti. Yeni kanıtlar, ettiğim dualar korkumu geçirmedi. Ama ne zamanki izah edemediğim olaya bir açıklık geldi ben rahatladım. Buda bize şunu gösteriyor ki ikna olmuş kişiyi ancak izah edemediği konuya açıklık getirerek saplandığı fikirden kurtarabilirsiniz.
Konuyu toparlayacak olursak ‘İnsan izah edemediğine ikna olma eğilimindedir.’ İkna olmak sadece bir kabuldür oysa. İnsan kabul ettiğini kendi gerçekliğine dönüştürdü. Ve kendi inşaa ettiği kafeste mahsur kaldı. Kafesin anahtarı ise ikna olmak değil bir izahat bulmaktı. Esenlikle kalın…