İmkansız görevler

Tugay Bilgen'in "İmkansız görevler" başlıklı köşe yazısı

Bir küçük kar tanesi, çığa dönüştü. Kar tanesi masum ve zararsız görünmüştü ilk başta. Sonuçları ön görememiş olanlar kar tanelerini izlerken çığın altında kaldı. O saatten sonra kendilerine faydaları yoktu. Artık ellerinden gelen tek şey, sıkıştıkları yerde dualar eşliğinde birileri tarafından kurtarılmayı beklemekti. Bu insanların hikayelerine şahit olanlar, “Keşke önceden fark edebilselerdi” dedi. Peki fark edebilirler miydi?

Bugünün konusu, başlangıçta masum ve zararsız görünen seçimlerimiz ve nihayetinde bize ödettirdikleri bedeller hakkında. Biz bunlara bu hafta ‘İmkansız görevler’ diyeceğiz. Hadi gelin, iyi niyetle atılan küçük adımları ve sonuçlarını inceleyelim.

İnsanoğlu dünyada kendi huzurunu kaçıran ve değişmesi gerektiğini düşündüğü şeyler hakkında kendisine iki soru sorar. İlki ‘Ne yapmak istiyorum?’ diğeri ise ‘Ne olsun istiyorum?’ Bu iki sorunun cevaplarına göre de kendisinin sorun karşısında aktif rolde mi pasif rolde mi kalacağına karar verir. Örneğin, arkadaşımla aramızda bir dargınlık oldu. Bu konuda ‘Aramızı düzeltmek istiyorum’ diyen kişi harekete geçerken, ‘Aramız düzelsin istiyorum’ diyen kişi beklemeye ve arkadaşının bir adım atmasını ummaya devam edecektir. Dikkat ederseniz dargınlık meselesini çözmek isteyen kişinin yürüyeceği yol, hangi sorunun cevaplandığına bağlı. İşte bu ilk kar tanesi riski ile baş başa olduğumuz andır. Riskin asıl kaynağı ise insanın kendi hudutları yani dünyada tesir edebileceği şeyler hakkındaki yanılgıya düşmesinden kaynaklanır. Kişi eğer zaten yapamayacağı bir şeyi ‘Bu sorun için ne yapmak istiyorum?’ Sorusuna bir cevap olarak görürse, imkansız bir görev üstlenmiş olacaktır. (İşte size ilk kar tanesi.) İmkansız görevin sonuçlarını bir düşünün. Neticesi kaçınılmaz bir başarısızlık olacaktır. Peki bu kişiyi durdurur mu? Hayır. Çünkü kişinin hala öz güveni var. Dolayısıyla yeniden deneyecek. İmkansız görevi yine başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Bu denemeler ve başarısızlıklar tekerrür ettikçe, kişi yeni bir çıkarıma sahip olacaktır. Bunun adı artık başarısızlık değil, bunun adı artık ‘Beceriksizlik’. Peki kendisini bir kez beceriksiz ilan eden kişiyi neler bekliyor? (Artık çığ ile baş başayız.)

Beceriksiz olduğunu düşünen kişinin; özgüveni artık eskisi gibi değil. Hayalleri törpülenmeye başladı. Artık bir şey isterken kendini frenliyor. Çünkü kafasındaki bir ses ona ‘Zaten olmayacak ki’ diyor. Hayat artık keyif alınan değil, kabullenilmiş bir yer. Çözüm çabalarından vazgeçilmiş. Sesini duyacak bir kişi bulduğunda, sohbetleri şikayetlerinden ibaret. Çevresindeki insanlar azalmaya başlamış. Kendi ile kalmaya ise tahammülü yok. Oysa ne masum ne güzel fikirlerle çıkılmıştı bu yola…

Bütün bu çığın altında kalmak istemiyorsak, imkansız görevlere karşı dikkatli olmalı ve iyi niyetlerin kötü neticelerde bir anlam ifade etmediğini aklımızda tutmalıyız.