Çilingir olabilseydin eğer, anahtarı aramak zorunda kalmazdın...
Değerli okur, bugünkü konumuzu bir hikaye üzerinden anlamaya çalışacağız. Hikayemiz Aşık Veysel'in de bahsettiği o iki kapılı handa geçiyor. Ama biz bugün giriş ve çıkış kapılarından değil, hanın içerisindeki bin bir odadan bahsedeceğiz.
Bazen bile isteye gireriz bu odalara, bazen içerisinde buluveririz kendimizi. Bazen memnun oluruz bu odalardan, bazen sadece huzursuzluktur içeride bizi bekleyen. Bazen kendi isteğimizle çıkarız bu odadan, bazen bir bakmışız atılmışız dışarı çoktan...
Günümüzün konusu ise içeride kitli kaldığımız ve bir türlü çıkamadığımız o odalar ile ilgili. İçeride huzur yok. Çıkmak istesek ne anahtarına sahibiz ne de kilidin yeri belli. Tam da bu anda birkaç seçenek çıkıyor önümüze. Ya hareketsiz şikayet edeceğiz belki biri duyar diye, ya da kader sayıp seviyormuş gibi yapacağız bu soğuk odayı. Kimimiz daha cesur davranıp harıl harıl anahtar arayacak bitap düşene kadar. Kimimiz kendi ile birlikte yok sayacak bütün odayı.
Bu anlattıklarım tanıdık gelmeye başladıysa, sana farklı bir bakış açısından bahsedeceğim. Ya ben çilingir olabilseydim? Bir anlığına sadece bunu düşün! Ve şimdi hikayemize tekrar bak. Ben çilingir olabilseydim eğer, odanın keyfimi kaçırması mı yoksa odada kitli kalmam mı? Anahtarı ararken bitap düşmem mi yoksa bu odayı seviyormuş gibi yapmam mı?
Tekrar bak sevgili okur, sence hangisi hala benim derdim?
Artık sende şikayet etmekten sıkıldıysan, “Ben nasıl çilingir olabilirim?” diye soruyorsan, önümüzdeki hafta bu konuyu konuşuyor olacağız. Esenlikle kal...