Hasret Aksoy'un "Bir meclis ziyaretinin düşündürdükleri" başlıklı köşe yazısı

Geçtiğimiz hafta sonu bir toplantı için Ankara’ya gittim ve bu vesileyle mecliste danışmanlık yapan bir hocamı ziyaret etme fırsatı buldum. Kendisi aile, gıda ve sağlık gibi toplumun en hayati meselelerinde araştırmalar yapıyor ve bu araştırmaların sonucunda hazırladığı önerileri meclise sunuyor. Sohbetimiz sırasında yaptığı çalışmaların nasıl bir karşılık bulduğunu ya da bulamadığını, meclis ortamında yaşadığı tecrübeleri paylaştı.

Hocam, "Ben buraya gelmeden önce zannediyordum ki iktidar her şeyi doğrudan reddediyor. Şimdi burada çalışıyorum, günlerce araştırmalar yapıyorum ve görüyorum ki evet, reddediyorlar. Ama burada bir mücadele veriyoruz. İnsanların gelip bu havayı solumasını çok isterim" dedi. Bu sözler, siyasetin gerçek yüzünü bir kez daha anlamama vesile oldu.

Özellikle hayvan hakları, sağlık ve gıda konularında karşılaştıkları zorlukları dinlerken, toplumun temel ihtiyaçlarının nasıl göz ardı edildiğini görmek beni derinden etkiledi. Hayvan hakları ile ilgili ciddi mücadeleler verilmiş, çözüm için kapsamlı model çalışmalar hazırlanmış, ancak ne yazık ki bu öneriler hiçbir karşılık bulmamış. Katliamların önüne geçilmesi için sunulan öneriler, sadece birkaç kişinin keyfi tutumuyla tamamen göz ardı edilmiş.

Sağlık ve gıda konularında da durum içler acısı. İnsan sağlığını ve toplumun geleceğini yakından ilgilendiren veriler sunulmasına rağmen, bu meselelerin ciddiyetle ele alınmadığını öğrendim. Hocamın anlattığına göre, muhalefetin sunduğu araştırma ve önerilerin değerlendirilmemesi sadece bir siyasi sorun değil, aynı zamanda toplum sağlığını tehdit eden büyük bir ihmal.

Meclis içerisindeki çalışma şartlarının da bu mücadeleyi zorlaştırdığını gördüm. Muhalefet milletvekillerine temel çalışma alanları bile sağlanmamış; uzun süre odasız, sandalyesiz, kütüphanelerde ya da meclis koridorlarında çalışmak zorunda bırakılmışlar. Bir devletin meclisinde bu tür manzaraların yaşanması, demokratik işleyişe olan güveni zedeliyor.

Bir kez daha gördüm ki, bir devlet yönetimi; adaleti, şeffaflığı ve liyakati esas almadığında, sadece belli bir zümrenin çıkarlarına hizmet eden bir yapıya dönüşüyor. Ülkenin yararına olan bir önerinin, sadece "karşı taraftan geliyor" diye reddedilmesi, halkın zararına bir siyasi inatlaşmadan başka bir şey değil.

Bu bir bağımsızlık mücadelesidir. Ama bu bağımsızlık, sadece dış tehditlere karşı verilen bir mücadele değil. Aynı zamanda kendi içimizde, adaleti, hakkaniyeti ve toplumun ortak faydasını gözeten bir yönetim anlayışı inşa etme mücadelesidir.

Hayvan haklarından sağlığa, gıdadan eğitim politikalarına kadar, toplumun tüm kesimlerinin yararına olacak bir sistem inşa edene kadar bu mücadeleyi bırakmamalıyız. Çünkü unutmayalım, bir fikri ya da çözümü reddetmek, sadece o fikri savunanları değil, o fikrin faydasını görecek milyonları da cezalandırır. Gelecek, inatla değil; adaletle, ortak akılla ve vicdanla inşa edilir.

Hepimizin umudu, bu anlayışın bir gün meclis koltuklarında alınan kararları da şekillendireceği yönünde. Çünkü bu ülke, bunu fazlasıyla hak ediyor.